"Enter"a basıp içeriğe geçin

Sünnetullah ve Umran Kavramları Işığında Kuran’ı Anlamak

SÜNNETULLAH

Doğa olaylarının bir kanuna tabi olduklarını hem Kuran ayetlerinden (örneğin 36/Yasin, 38-40) hem de bilimsel gelişmelerin geldiği noktadan biliyoruz. Doğanın tabi olduğu kanunlar olduğu gibi, toplumların da tabi olduğu kanunlar vardır. Kuran’da bu kanunlar Sünnetullah kavramıyla ifade edilir.

Allah ve Sünnet sözcüklerinden oluşan Sünnetullah terkibi, “Allah’ın sünneti, âdeti, geleneği, kanunu, yolu, yöntemi, huyu ya da davranışı” olarak Türkçe’ye çevrilmektedir. Kuran’da bu kavram ile toplumların kendilerine özgü bir yapısı ve işleyişi olduğu vurgulanmıştır.

Sünnetullah kavramı, toplumun yapı ve işleyişine dair doğrudan bir ifade olmakla birlikte kimilerince bu kavramın doğa kanunlarını da kapsadığı iddia edilir. Doğa kanunlarını kapsayıp kapsamadığı ayrı bir inceleme-tartışma konusudur. Bu kavram ile toplumsal olgulara işaret edildiği konusunda ise herkes hemfikirdir.

Hem doğa kanunları hem de toplumların tabi oldukları kanunlar, Kuran müfessirleri tarafından ilahi kanunlar olarak adlandırılmaktadır. Dolayısıyla “Sünnetullah ilahi kanun, doğa kanunları laik kanun” gibi çıkarımlar yapmamak gerekir. Hatta bu kanunlar/ilkeler için ilahi vs. tabirler kullanmak çok da anlamlı değildir. Her şeyi yaratanın varlığının bilincinde olan kimse, ortada bir kanun varsa onu yaratanın da kim olduğunu bilir.

Kuran’da Sünnetullah terkibinin geçtiği ayetleri incelediğimizde şu çıkarımları yapabiliriz:

  • Sünnetullah’ta belirli bir düzen ve süreklilik mevcuttur. Ezeli ve ebedidir. Sonradan ortaya çıkmamış, geçmişte de aynı şekilde mevcut olmuştur. (33/Ahzab, 62; 48/Fetih, 23)
  • Sünnetullah’ta asla bir değişme, dönüşme ya da sapma (tebdil ve tahvil) olmaz. (33/Ahzab, 62; 35/Fatır, 43; 48/Fetih, 23)
  • Sünnetullah’ı dikkate almadan ya da ona aykırı olarak yapılan her eylem, belli bir sonucu meydana getirir. Her şey olup bittikten sonra geriye dönüş mümkün değildir. Bu durumu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez. (40/Mümin, 82-85; 48/Fetih, 22-23)

Kuran’da Sünnetullah terkibinin geçtiği ayetlerden şöyle genel bir tanıma ulaşabiliriz: Allah’ın süregelmekte olan, kendine özgü, değişmeyen, ezeli ve ebedi davranış tarzı ve tutumu.

Sünnetullah kavramına yapılan vurgu, Kuran’ın uyarıcı niteliğiyle ilgilidir. Sünnetullah’a dikkat çekilerek, geçmiş dönemde yaşamış topluluklardan ibret alınması, benzer hataların tekrar edilmemesi öğütlenir. Öyleyse; Sünnetullah’ın işleyişi ortaya konulursa, geçmiş toplulukların yaptıkları hataların tespiti ve toplumun gidişatına müdahale imkânı sağlanmış olacaktır.

UMRAN

1332 – 1406 yılları arasında yaşamış İbn Haldun, İbretler Tarihi (Tarih-i İber) isimli tarih kitabının mukaddimesinde Umran isimli yeni bir ilim dalını ilkeleriyle birlikte ortaya koyar. İbn Haldun’un ortaya koyduğu bu ilkeler, birkaç yüzyıl sonra Tarih ve Sosyoloji bilimlerinin ilkeleri haline gelmiştir.

İbn Haldun, Umran olarak isimlendirdiği yeni bilim ile tarihte neyin olanaklı neyin olanaksız olduğu hakkında bağlayıcı ilkelerin bilgisine ulaşılacağını, bu ilkeler ile tarihçilerin aktardıkları haberlerin doğruluk ve yanlışlıklarının sınanabileceğini savunur. Taberi gibi tarihçilerin verdikleri haberleri örnekleriyle birlikte ele alarak Tarih yazma yöntemlerini eleştirir. Böylelikle İbn Haldun, Kuran’da Sünnetullah olarak işaret edilen “Geçmiş toplulukların başından geçen olayların neden sonuç ilişkisi içerisinde ele alınarak olguların saptanması ve ibret alınarak benzer hataların tekrar edilmemesi” hakkında ilk defa müstakil bir eser vermiş olur: İbretler Tarihi

Kuran’ın, indirildiği toplum gerçeklerini dikkate alarak bazı hükümleri aşama aşama vazettiğini bilmekteyiz. Sarhoşluk veren maddelerin birdenbire değil, aşama aşama yasaklanmış olması buna örnek verilebilir. Bu durum, Kur’an’ın inzal edilişinde, inzal edilen toplumsal ortam ve şartların gözetildiğini gösterir. Tarih boyunca Kuran’ın anlaşılması için yazılmış yüzlerce tefsirde, ayetlerin Mekki-Medeni oluşu, nüzul sebepleri, lafızla kayıtlı kalınmayıp asıl mananın/amacın anlaşılması gayretleri de Kuran’ın inzal edildiği ortam ve koşulları dikkate alma gayretinin ürünleridir. Kuran’da geçen kölelik, çok eşlilik, miras taksimi, şahitlerin sayısı, el kesme gibi hukuki yaptırımlar Kuran’ın toplumsal gerçeği dikkate alarak vazettiği konulardır. Sadece hukuki meselelere değil, Kuran’ın bütününe hâkim bir gerçektir bu. Kuran’ın anlaşılmasındaki kolaylıklardan biri olarak Arapça oluşunun vurgulanması buna örnek olarak gösterilebilir(41/Fussilet, 3; 44/Duhan, 58). Toplumsal ortam ve koşullar dikkate alınmadığında Kuran’ın Arapça olmasının kolay anlaşılmasında ne gibi bir faydası görülebilir?

Peki; bugün bizler Kuran’ın bize işaret ettiği ilkeleri, kullandığı yöntemi mi dikkate alacağız, yoksa bunları görmezden gelip onun lafzından yasalar/hükümler devşirmeye mi çalışacağız?

Tabii ki, İbn Haldun’un Sünnetullah kavramını geliştirerek oluşturduğu ve Umran adını verdiği bilime/mirasa sahip çıkmalı, bu mirası Kuran’ı anlama çabamızda temel ilkelerden biri haline getirmeliyiz. Kuran’ı yorumlama konusunda bugün yaşanan yöntemsizliklere artık bir son vermeli, İbn Haldun’un Kuran’dan ilhamla gösterdiği sağlam yoldan devam etmeliyiz. Aksi takdirde, 14 asır önceki bir topluma, o toplumun ortam ve koşulları dikkate alınarak vazedilmiş vahyi bugün nasıl hayatımıza uygulayabileceğimiz konusunda bir 14 asır daha gayret etsek yine de bunda başarılı olamayız. Çünkü toplumsal ortam ve koşulları (Sünnetullah’ı) dikkate almadan yapılacak her Kuran yorumu eksik kalacaktır.

“İşaret edilene bakmak” yerine “işaret eden parmağı kutsallaştırmak” gibi bir gaflete düşen toplumların iflah ya da ıslah olma imkânı yoktur.

İbn Haldun’un Mukkadime isimli eserinin “Tarih ilminin üstünlüğü, sistematik ve yöntemlerinin incelenmesi, tarihçinin düşebileceği yanılgı ve hatalar ile bunların sebeplerine dikkat çekilmesi hakkında” başlıklı bölümünden bir alıntı:

Tarih ilminde farkında olunmadan düşülen yanlışlardan biri de, zamanın geçmesi ve çağların değişmesiyle, toplumların ve nesillerin durumunun değiştiği gerçeğinin gözden kaçırılmasıdır. Bu, çok uzun bir zaman içinde gerçekleştiği için, ancak parmakla sayılacak kadar az kişinin farkına varabildiği çok gizli bir hastalıktır. Çünkü dünyanın ve toplumların durumu, gelenekleri, örfleri ve inançları hep aynı şekilde ve istikrarlı bir çizgi halinde devam etmez. Aksine günlerin geçip zamanın değişmesiyle onlar da değişir ve bir halden başka bir hale dönüşürler. Tıpkı zamanla kişilerin ve şehirlerin değiştiği gibi. Bu gerçek, bütün zamanlar, bölgeler ve devletler için geçerlidir: “Allah’ın kulları hakkında geçerli olan kanunu (sünnetullah) budur” (Mü’min Suresi, 85. ayet).

İbn Haldun, Mukaddime, 2004, Cilt 1, Sayfa 59 (Çeviren: Halil Kendir)
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.