“Fecrin siyah ipliğinden beyaz iplik sizce ayırt edilinceye kadar yiyip için.”
2/Bakara, 187
Orucun başlangıç vakti Kuran’da bu kadar basit bir şekilde belirtilmiş. Ancak insanoğlu her zamanki gibi rahat durmayarak bu basit talimat üzerine büyük tartışmalar yapmış. Yukarıdaki ayetle kastedileni sıradan-bilgisiz bir insana sorsanız cevabı bellidir. Ancak 1400 yıldır başka kişi ve kurumlarca olduğu gibi bugün de Diyanet İşleri Başkanlığı ile Süleymaniye Vakfı arasında yorum farkları bulunuyor. Bu farklı yorumları delillendirebilmek için Diyanet İşleri Başkanlığı rasathaneler ve astronomlarla çalışırken Süleymaniye Vakfı da kutuplara grup halinde keşif gezisi yapıyor. Her ikisi de bilimsellik kaygısı güden bu çabaları küçük görmek, alay etmek haddim ve de gayem değil, ancak bir dini ritüelle ilgili olarak her sene aynı konunun gündeme gelmesi, ritüelin anlam ve amacının gölgede kalmasına sebep olacak şekilde şekli yönünün öne çıkarılması beni hem rahatsız ediyor, hem de komik, abes, saçma sapan bir durum olarak görmeme neden oluyor.
Söz konusu ayeti bir de biz anlamaya çalışalım. Bakalım mesele rasathanelik mi, astronomluk mu, yoksa kutuplara keşif gezisini gerektirecek bir durum mu var?
Öncelikle ayetteki her sözcüğü özenle inceleyelim ve tanımlayalım. Sonra da ayetin tamamındaki mesajı anlamaya gayret edelim.
Fecir, tan yerinin ağarması, sabaha karşı ufukta beyaz bir çizginin oluşması anlamına gelir. Etimolojisini incelediğimizde fecir sözcüğünün akıp giden suyu ifade eden bir mastar olduğunu görüyoruz. İşte bu nedenle fecrin sabit bir vakit olmaktan çok bir süreci işaret ettiğini anlarız. Bu süreç, tan yerinin ağarması ile güneşin doğması arasında geçen süredir.
Siyah iplikle gecenin, beyaz iplikle gündüzün kastedildiği açıktır. Gündüz, güneşin doğuşu ile başlayıp batışı ile sona eren süreyi, gece ise güneşin batışı ile başlayıp yeniden doğuşuna kadar geçen süreyi ifade eder. Burada tanımlamalar yaparken dikkatlerden kaçmaması gereken bir nokta var. Gündüz ve gecenin tanımında geçen güneşin hareketlerine dair ifadeler Kuran’ın değil, Kuran’ı anlamaya çalışan bizlerin ifadeleridir. Zira Kuran, gündüz için beyazı/aydınlığı, gece için de siyahı/karanlığı ifade etmiştir.
Gözümden kaçan bir şey olabilir düşüncesiyle ve ayeti eksiksiz bir şekilde anlayıp yorumlama amacıyla eski yorumcuların neler dediğine de baktım. Baktığım onlarca tefsirin hepsinde gözden kaçırılmış çok önemli bir detaya özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Zira bu detay, konunun kolayca anlaşılabilmesi için ekstra bir vurgu içeriyor: SİZCE ibaresi…
Bu ibarenin önemini anlamak için ayeti bir onunla bir de onsuz okumayı deneyin.
“Fecrin siyah ipliğinden beyaz iplik ayırt edilinceye kadar yiyip için.”
“Fecrin siyah ipliğinden beyaz iplik sizce ayırt edilinceye kadar yiyip için.”
“Sizce” ibaresinin olmadığı haliyle ayet ne kadar emredici ve kesin bir hüküm gibi duruyor değil mi? Türkçe meallere bakarsanız birçoğunda bu ifadenin ortadan kaldırıldığına şahit olacaksınız. Oysa bu ifade ayette mevcut…
Peki, bu ifade ile kastedilen nedir? Her birimiz her gün pencereye çıkıp ufku mu gözlemleyeceğiz?
Tabii ki hayır! Kuran bizden gözlem yapmamızı değil, aklımızı asgari düzeyde işlevsel hale getirmemizi istiyor. Kuran bize orucun başlangıç ya da bitiş vakti olarak Diyanet İşleri Başkanlığı ya da Süleymaniye Vakfı gibi dakika ve saniye cinsinden bir vakit belirtmiyor. “Gündüzü oruçlu geçir, geceyi de yiyip içerek…” deniliyor sadece. Kuran’ın bizlere tanıdığı bu serbestliği Diyanet işleri Başkanlığı ve Süleymaniye Vakfı tanımıyor. Zorlama yorumlarla kimi şu dakika, kimi bu dakika diye direterek abes bir tartışmayı sürdürüyorlar.
Tefsir kitaplarında ya da Diyanet’in ve Süleymaniye Vakfı’nın açıklamalarında yer alan gündüz ve gece tanımlarına dair tartışmaların tamamı laf-ı güzaf olmaktan ibarettir.
Konuyla ilgili farklı görüşlerin öne sürülmesi bugüne özgü bir durum olmayıp tarih boyunca görülmüş olağan bir durumdur. İşte size tarihten bir örnek: Beyaz iplikle kastedilen, Hasan-ı Basri, Süddi, Katade, Abdullah b. Abbas ve diğer bazı müfessirlere göre “gündüz aydınlığının başlaması”, Huzeyfetü’l Yeman, Hz. Ali, Bera b. Âzib, Abdullah b. Mes’ud gibi sahabilerden nakledilen başka bir görüşe göre ise “güneşin ışığı”dır. Bu sonunculara göre oruç gündüz tutulduğuna göre ve gündüzün başlangıcı güneşin doğmasıyla, sona ermesi de güneşin batmasıyla olduğuna göre orucun başlangıcı da güneşin doğmasıyla bitişi de güneşin batmasıyla olur. Bunlar demişlerdir ki: “Orucun bitişinin güneşin batmasıyla olduğu hususunda icma bulunması onun başlamasının da güneşin doğmasıyla olduğuna bir delildir.”
Farklı görüşler ileri sürülebilir. Ancak serbestlik tanınmış bir alanın görmezden gelinerek bununla ilgili net ve iddialı ifadeler kullanılması, dakika ve saniye cinsinden kesin süreler belirlenmesi kabul edilemez.
İftar saati yaklaştığında, saniyeler kala elinde bir bardak su ile ezanın okunmasını sabırsızlıkla bekleyen bir insan ne kadar komikse, sahur vaktinde, geç uyanmış, hızla yemek yerken ezanın bitmesi ile yemeyi bir anda kesen kişinin durumu da o kadar komiktir.
Şimdi; eminim ki tüm şu yazdıklarıma rağmen birileri çıkıp şunu diyecektir: “Laf kalabalığı yapma da kesin bir şey söyle! Sahur hangi dakikada başlar, iftar hangi saniyede..?”
Oysa şu yazıyı bu soru sorulmasın diye yazmıştım.
Konuyu şu ayetle bitirmek uygun olacak sanırım:
“Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın.”
5/Mâide, 101
Konuyla ilgili bir de Bakara Kıssası var. Ama o biraz daha uzun olduğundan buraya aktarmıyorum. Dileyen birkaç dakikasını ayırıp bunu da araştırabilir.