Günümüzde Kuran merkezli yapılan çalışmalar bakımından hadislerin bağlayıcılığı konusunda farklı görüşler olsa da bunları kabaca iki gruba ayırabiliriz.
- Hadis seçiciler/ayıklamacılar
- Hadis retçileri/inkarcılar
Birinci gruba göre hadis usûlünde yöntem hataları/eksiklikleri bulunmakta (senet-metin tenkitleri konusundaki detaylara girmiyorum), netice olarak, hadislerin yeniden gözden geçirilerek Kuran’a uygun olmayanların tespit edilmesi gerektiği savunulmaktadır. Peki, bunlar tespit edildiğinde hüküm vermede dikkate alınacaklar mı? Burada da yine görüş farklılıkları var. Bu soruya kimi evet, kimi hayır cevabı veriyor.
İkinci gruba göre ise hadislerin hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğunu tespit etmek mümkün değildir. Mümkün olsa da tespit etmeye gerek yoktur. Çünkü bağlayıcı olan tek kaynak Kuran’dır. Bu nedenle hadisleri toptan reddetmeli, sadece Kuran’ı referans almalıyız.
Ben bu iki görüşün de gerçekçi olmadığını düşünüyorum.
Birinci grubun ayıklamacı yöntemini ele alalım. Bugün Kuran’a uygun görünen bir hadisin ilerleyen tarihlerde Kuran’a uygun olmadığı anlaşılınca -ki bu tür gelişmeler kaçınılmazdır- daha büyük tartışmalara yol açacaktır. Ayrıca hangi hadisin Kuran’a uygun olup hangisinin uygun olmadığını belirleyebilecek bir otorite bulunmamaktadır.
İkinci görüşün toptan ret yaklaşımı ise ne akılla, ne bilimle bağdaşmayan basit/içeriksiz bir tepkisel yaklaşım olmaktan ibarettir. Hadis meselesinin içinden çıkılmaz bir sorun oluşu bazı kesimleri tepkisel olarak bu tutuma itmiştir. Hadis adı verilen sözler, Hz. Muhammed tarafından söylenmiş olsa da, uydurma sözler olsa da o tarihlerde kayda geçmiş orijinal tarihi vesikalardır. Bu sözler hadis olsun-olmasın, o tarihlere ait sosyolojik çözümlemeler için eşsiz kaynaklardır. Bu orijinal belgeleri görmekten kaçınmak (Zebralar gibi kaçmak!) akıl almaz, fantastik bir tutumdur.
Dinden bahsedildiğinde muhatabımızın sadece Kuran olması gerektiği hususunda şüphe yok. Kuran insanlığa bir uyarı, öğüt ve rehber olarak gönderildiğine göre onu dikkate almamak veya başka kaynakları onun önüne geçirmek ya da ona ortakçı çıkarmak (Kuran ve Sünnet gibi söylemler) bizim açımızdan büyük bir talihsizlik, ayrıca vefasızlık olur/oldu. Ancak bunu söylerken dünyanın bütün bilgisini bir kenara bırakıp kendimizi sadece Kuran’a muhatap kılmak gibi bir çabadan söz etmek kabul edilemez. İnsanlık tarihi boyunca süregelen felsefi ve bilimsel çabaların insanlık medeniyetinin gelişmesindeki katkılarını kimse inkar edemez.
İnsanların nihai amacı tabii ki medenileşmek, bilimsel ya da sanatsal çabalarda bulunmak olmamalı. Ancak insan olmanın getirdiği doğal ve önlenemez bir takım gerçekler var. Bunlar kişisel ölçekte merak ve zevk saiki, toplumsal ölçekte güç, huzur ve barış saikidir. Kişisel merakı giderirken bilim, zevk tatminini sağlarken sanat, toplumsal güç, barış ve huzur isteği sayesinde de medeniyet tasavvuru gelişmiştir. Bu üç örnek daha başkalarıyla da çoğaltılabilir. İnsan olmanın ge(rek)tirdiği bu tür uğraşları ve bunların getirilerini reddetmenin bir anlamı olamaz. Bilim ve medeniyetin yaşamı kolaylaştırmasının, sanat ve edebiyatın hayatı daha yaşanabilir/katlanılabilir kılmasının önünü neden keselim? İşte hadis denilen birikimi “çöpe atalım” diyen kesimin, üzerinde hiç durmadığı mesele budur.
Hadis denilen birikimi kendimize rehber, öğüt ve uyarı olarak dikkate almayalım. Kuran’ın yanında ortakçı olarak görmeyelim. Ancak bunlar, Hz. Muhammed’in vefatından sonra kaleme alınmış -uydurma da olsa- bir toplumsal gerçeğin belgeleridir. O dönemle ilgili yapılacak sosyolojik incelemelerde hepsi birer belge olarak kullanılabilir/kullanılmalıdır. Yazılanların yalan/uydurma olması onların tarihi birer vesika olduğu gerçeğini değiştirmez.
Bu kesim sanıyor mu ki “Tarih yazımında başvurulan bütün vesikalar gerçeği yansıtır”. Tabii ki böyle bir şey söz konusu değil. Tarih yalanlarla gerçeklerin iç içe olduğu bir söylence olmaktan ibarettir. Tarih ile ilgilenirken bunların söylence olduğunu biliyor ve buna rağmen dikkate alıyorken İslam tarihi söz konusu olduğunda külliyen ret sloganı ile var olan bir gerçeğe gözlerimizi kapatmayı, üç maymunu oynamayı kimse bizden beklemesin.
Çöpe atalım diyen bir “kesim” yok. Benim bildiğim tek kişi var. Keşke üç dört örnek verseydiniz, daha anlaşılır olurdu.