اَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَلَهُمْ جَنَّاتُ الْمَأْوٰىۘ نُزُلاً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ
Duyuru
Daralt
Henüz duyuru yok.
Secde Sûresi, 19. Ayet
Daralt
X
-
18. "İman etmiş kimse günaha batmış kimse gibi olur mu? Bunlar elbette eşit değildirler,”
19. İman edip dünya ve âhirete yararlı işler yapanlara, yapmış olduklarına karşılık, hazır olarak onları bekleyen, huzur içinde kalacakları cennetler vardır,”
20. Günaha batanların varacakları yer ise ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde oraya geri çevrilirler ve kendilerine şöyle denir: İnkâr ettiğiniz cehennem azabını tadın!'”
Mümin-Fâsık Ayırımı
İman etmiş kimse günaha batmış kimse gibi olur mu? Bunlar elbette eşit değildirler. Müfessirler şöyle demektedir: Bu âyet Ali b. Ebû Tâlib ve Velîd b. Ukbe b. Ebû Muayt hakkında nâzil olmuştur. Onunla Hz. Ali (r.a.) arasında karşılıklı bir söz düellosu ve tartışma yaşanmıştı. Hz. Ali ona şöyle demişti: Sen fâsıksın ben ise müminim. Bunun üzerine âyet onlar hakkında nâzil olmuştur. Bununla birlikte âyet tüm müminler ve fâsıklar hakkındadır. Cenâb-ı Hak bunlar arasında bir eşitliğin bulunmadığını bildirmektedir. Bu İlâhî beyanın söz konusu inkârcı fâsıkların müminlere söyledikleri şu sözden dolayı Cenâb-ı Hak tarafından söylenmiş ve indirilmiş olması da mümkündür: Âhirette sizin konumunuzla bizimki; sizin değerinizle bizimki Allah katında eşittir. Bunun üzerine bu kimselerin eşit olmadıklarına dair bu âyet nâzil olmuştur. Cenâb-ı Hak müminin Allah katındaki konumunu, onun karşılaşacağı sevabı ve nimetleri; öte yandan fâsığın konumunu ve onun cehennemde karşılaşacağı ebedî azabı bildirmiştir. Tıpkı şu İlâhî beyan gibi: “Yoksa kötülüğe gömülüp kalanlar, hayatlarını ve ölümlerini, eşit olarak iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapanlarınki gibi mi yapacağımızı zannediyorlar? Hükümleri ne kadar yanlış!”. Veya Cenâb-ı Hak bunu bir başlangıç cümlesi olarak bildirmiştir. Yani aklınızca duyulur âlemde bir başkasına inanıp onu doğrulayan kimsenin onun katındaki değeri ve konumunun onun emrinden çıkıp onu yalanlayanın değeri ve konumu gibi olmadığını bilmektesiniz. Dolayısıyla fâsık olup Allah’ın emrinden çıktığınız halde nasıl olur da Allah katında eşit olduğunuzu ummaktasınız? Halbuki onlar O’na karşı sadıktırlar. Bu hususta en doğrusunu bilen Allah'tır.
Hâricîler ve Mûtezile şöyle demektedir: Eğer dediğiniz gibi fâsık kişi mümin olsaydı, âyetteki bu açıklamanın bir anlamı olmazdı. Dolayısıyla bu beyan, fâsığın mümin olmadığını göstermektedir. Zira Cenâb-ı Hak bunların eşit olmadıklarını bildirmiştir. Müminin varacağı yer cennettir ve orada ebedî kalacaktır. Fâsığın ise varacağı yer cehennemdir ve belirtildiği gibi orada ebedî kalacaktır. Eğer sizin dediğiniz gibi olsaydı bu ikisi eşit olurdu. Veya onlar buna benzer gerekçeler ileri sürmüşlerdir.
Onlara şöyle cevap verilir: Biz ve siz bu âyette belirtilen fâsığın mümin olmadığı ve müminle de eşit konumda bulunmadığında görüş birliği içerisindeyiz. Çünkü Cenâb-ı Hak fıskı imanın karşıtı olarak bildirmiştir. Bunun delili âyetin sonudur. Zira O, şöyle buyurmuştur: İnkâr ettiğiniz cehennem azabını tadın! Cenâb-ı Hak burada inkârdan bahsetmiştir. Yalanlama imanın ve doğrulamanın karşıtıdır. İmanın ve tasdik etmenin karşıtı olarak bildirilen her fısk, küfür ve inkâr demektir. Dolayısıyla böyle bir kişi mümin olmaz. Fakat imanın ve tasdik etmenin karşıtı olarak değil aksine bunun dışındaki kötülükler ve günahların karşıtı olarak bahsedilen fıska bakın bakalım, onun için bu âyette zikredilen mutlak azap vâdi olur mu? Görülmez mi ki imanın karşıtı olarak bildirilen kötülük inkârdır. Tıpkı şu İlâhî beyan gibi: 'Görenle görmeyen bir olmaz, iman edip dünya ve âhiret için yararlı işler yapan ile kötülük yapan da bir değildir”. Buna göre imanın karşıtı olarak belirtilen fısk inkâr demektir ve hiçbir şekilde müminle bir eşitlik söz konusu değildir. Fakat imanın karşıtı olarak belirtilmeyen fıskta ise eşitliğin olması mümkündür. Bu durum, Cenâb-ı Haklc’m böyle bir kimsenin günahını bağışlaması, kötülüğünü örtmesi ve onu cennete koymasını ifade eder. Nitekim O, meâlen şöyle buyurmuştur: “Allah kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını dilediği kimse hakkında bağışlar”; yine O bunun dışındaki âyetlerde meâlen şöyle buyurmuştur: “Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi değerli bir yere koyarız”; “İşte cennetlikler arasında olan bu kimselerin, yaptıklarının güzelini kabul ederiz, kötülüklerini de görmezlikten geliriz”. Bu durum Allah’ın dilemesine bağlıdır. O, dilerse azap eder, dilerse onu bağışlar.
Hadis ehli şöyle demektedir: Bu âyete göre bütün itaat amelleri imandan sayılır. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: İman etmiş kimse günaha batmış kimse gibi olur mu? Sonra da bu mümin kimseyi açıklamış ve şöyle buyurmuştur: İman edip dünya ve âhirete yararlı işler yapanlara huzur içinde kalacakları cennetler vardır. Cenâb-ı Hak onlara iman etme ve yararlı işler yapma karşılığında cenneti vâdetmiştir. Onlara şöyle denir: Mutlak vâd, iman edip yararlı işler yapan içindir. Ancak iman edip hiçbir yararlı iş yapmayanlar için bu mutlak vâdin olduğunu söylemeyiz. Fakat onlar için belirtmiş olduğumuz vâd vardır.
Yine âyette müminin mümin iken yararlı olmayan işler yapabileceğine dair delil vardır. Çünkü onun yararlı olmayan işler yapması söz konusu olmasaydı yararlı işler yapma şartı bir anlam taşımazdı. Bu şart, müminin yararlı olmayan işler yapabileceğini göstermektedir. Bu da, Mûtezile ve Hâricîlere karşı bir delildir.
Hazır olarak onları bekleyen. Bu beyandaki kavram “nüzûl” kökünden gelmektedir. “Nüzul” insanın yemesi ve harcaması için hazırlanan nesne demektir.
Yorum
Yorum