Duyuru

Daralt
Henüz duyuru yok.

Rûm Sûresi, 3. Ayet

Daralt
X
 
  • Filtre
  • Zaman
  • Göster
Tümünü Temizle
Yeni Mesajlar

  • Rûm Sûresi, 3. Ayet

    ف۪ٓي اَدْنَى الْاَرْضِ وَهُمْ مِنْ بَعْدِ غَلَبِهِمْ سَيَغْلِبُونَۙ​

  • #2
    Fî ednâ-l-ardi vehum min ba’di ġalebihim seyaġlibûn(e)

    Yorum


    • #3
      2-5. “Rumlar yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Fakat onlar bu yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip gelecekler. Önce olduğu gibi sonra da Allah'ın dediği olur. O gün müminler Allah'ın yardımı sebebiyle sevinecekler. O dilediğini muzaffer kılar. O çok güçlüdür, engin merhamet sahibidir."

      Rumlar’ın Yenilgiye Uğramaları ve Ardından Galibiyetlerine İlişkin Müjde

      Rumlar yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Bazı kırâatlerde “ğalebeti’r-Rûm” (غلبت الروم) şeklinde gelecek zamanı ifade etmek üzere “ğayın” (غ) harfinin fethasıyla okunmuştur. Müfessirler şunu ifade etmektedir: Cenâb-ı Hak bunu bildirmektedir, çünkü müşrikler Mekke’de müslümanlarla tartışıp şöyle diyorlardı: Rumlar Ehl-i Kitap’tır, fakat Mecûsîler onları yenilgiye uğratmıştır. Sizler de peygamberinize indirilen kitapla galip geleceğinizi iddia ediyorsunuz. Dolayısıyla biz de sizi Parsların Rumları yenilgiye uğrattığı gibi yenilgiye uğratacağız. Bunun üzerine Allah Teâlâ şu beyanları indirmiştir: Elif>lâm-mîm. Rumlar yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Bununla birlikte O bunların sonunda meâlen şöyle buyurmuştur: O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler. O dilediğini muzaffer kılar. Müminlerin Rumların Parsları yenilgiye uğratmaları sebebiyle sevinmeleri ve bunun Allah’ın yardımı olarak nitelenmesi muhtemel değildir. Zira onlar kâfir idiler ve günahlara dalmış durumdaydılar. Ancak Allah’ın kitaplarına iman edip onları tasdik etmeleri ve onlara göre davranış sergilemelerini göstermeleri sebebiyle sevinmeleri farklıdır. Onlar Allah’ın kitaplarına müntesip kimseler idiler. Resûlullah (s.a.) Allah’ın kitaplarının ve peygamberlerin tümünü tasdik edici olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla bu sebeple sevinmişlerdir. Eğer durum böyleyse bu sebeple sevinmek ve bunun Allah’ın yardımı olarak nitelenmesi caizdir. Fakat söylemiş oldukları yukarıdaki sebeple sevinmiş olmaları söz konusu değildir.

      Bize göre bu âyet-i kerîmede peygamberimiz Hz. Muhammmed’in (s.a.) nübüvvet ve risâletine, gerçek peygamber olduğuna dair büyük bir delil vardır. Bu öyle bir delildir ki kâfirler bu konuda bir tenkit noktası; yalan ve iftiraya nispet edecekleri bir husus bulamamışlardır. Halbuki Kur’ân’daki diğer âyetler ve haberler hakkında eleştiri yapmışlardır, şu ilâhı beyanlar bunun örneğini teşkil etmektedir: “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir”; “Bu da ancak düzmece bir yalan”; “Kesin olarak bunları ona bir insan öğretiyor”. Bunun gibi Kur’ân’a ve geçmiş dönemlere ait haberlere yönelik eleştirileri bulunmaktaydı, Hz. Peygamber’in Rumlar’ın Farslar’ı yenilgiye uğratacaklarına dair haberde öncekilerde olduğu gibi bir tenkit noktası bulamadılar. Çünkü O, daha önce olup bitmiş bir galibiyeti değil, gelecekte gerçekleşecek bir zaferi bildirmiştir, Bunun gibi gaybî haberleri insanlar bilemez ve insanlardan öğrenilmez. Zira insan bilgisi buna erişemez ve bu tür bilgiler daha önceki durumlara kıyas edilerek de algılanamaz. Dolayısıyla söz konusu hâdise onun bildirdiği gibi gerçekleştiğinde bu durum onun bu bilgiyi Allah katından ve O’nun vahyi aracılığıyla öğrendiğini gösterir.

      Daha önce Farslar’ın Rumları yenilgiye uğratmaları gibi olaylardan istidlâl ederek ve bir defa buna şahitlik etmeleri dolayısıyla “Parslar Rumlar’ı yenilgiye uğratacaklar” demeleri de mümkündür. Söz konusu bilgiye başka istidlâl yöntemleriyle ulaşmış olmaları da mümkündür. Şöyle diyerek bu istidlâlde bulunmuşlardır: Farslar ateşe, Rumlar ise Allaha ibadet eden insanlardır. Onlar Allah’ın birliğine, O’nun kitaplarının ve peygamberlerinin gereğine göre davranmakla meşgul olup savaşa zaman bulamıyorlardı. Şöyle demek mümkündür. Onlar hıristiyandırlar -Rumlar’ı kastediyorum-; dolayısıyla onların geleneğinde ve mezheplerinde savaş yoktur. Böylece bu gibi gerekçelerle onların bir galibiyet ve zafer elde etmediklerine delil getirmektedirler. Müslümanlara gelince ötekilerin galip gelmesi konusunda onlar için bu bahsedilen hususlar delil teşkil etmemektedir. Dolayısıyla Hz. Peygamber, söz konusu durumu ancak Allahtan aldığı bir vahiy ve O nun bildirmesi sonucu söylemiştir. Böylece bu Resûlullahm doğruluğuna dair en büyük delildir. Müminlerin sevinci Allahın yardımının bildirilmesi ve Resûlullah’ın tasdikine dair bu delilin açıklanması sebebiyledir. Zira Cenâb-ı Hak, resûlünün doğruluğunu ortaya koymak suretiyle ona yardımda bulunmuştur.

      Yenilgiye uğradılar “Gulibet” kelimesi “galebet” şeklinde de kullanılır. Yenilgiye uğradılar sözü geçmişe dönük bir fiildir. Çünkü Farslar’ın Rumlar’ı yenilgiye uğratmalarını ifade etmektedir. “Galebet” (غلبت = yenilgiye uğrattılar) şeklinde fethalı olarak kullanılması ise geleceğe dönüktür. Yani Rumlar Farslar’ı yenilgiye uğratacaklardır. Bu “Rabb’imiz! Konak yerlerimizin arasını uzaklaştır” meâlindeki İlâhî beyan gibidir. Bu beyan geleceğe dönük emir mânasındadır. “Rabb’imiz konak yerlerimizin arasını uzaklaştırdı” şeklinde ise haber mânasına gelir. Önceki durum da böyledir. En doğrusunu Allah bilir.

      Yakın bir yerde. Denildi ki: Fars topraklarının yakınında. Bazıları şöyle demiştir: Yakın bir yerde. Yani Şam topraklarının yakınında. Denildi ki: Fars topraklarının akabindeki bölge. En doğrusunu Allah bilir.

      Onlar bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler ve O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler meâlindeki âyetlerde Mûtezileye karşı çeşitli deliller vardır. Bunlardan biri şudur: Onlara denilir ki: Cenâb-ı Hak Rumların Farslara karşı gelip geleceklerini vâdetmiştir. O, vâdinin gerçek ve doğru çıkmasını dilemiş midir yoksa dilememiş midir? Eğer hayır derlerse haddini aşan ve çok çirkin olan bir söz söylemiş olurlar. Zira bu durumda Allah’ın gerçekleşeceğini vâdettiği söze uymamayı irade ettiğini iddia etmişlerdir. Eğer “evet” derlerse bu durum Allah’ın kulların yaptığı fiilleri irade ettiğini gösterir. Onlardan sâdır olan fiil, günah ve isyan olsa da durum böyledir. Zira her grubun kendi arkadaşlarıyla savaşması bir günahtır. Çünkü onlara bu emredilmemişti, aksine onlara İslâm (barış) emredilmişti. Dolayısıyla bu durum Allah’ın onların yapacağını bildiği fiili irade ettiğini göstermektedir. Onlarda meydana gelen fiil, mâsıyet de olsa durum böyledir.

      İkincisi, Cenâb-ı Hakk’ın Rumların Parsları yenmeleri dolayısıyla müminlerin sevincine ilişkin bildirdiği haber, -sevinçleri hangi sebeple olursa olsun- daha önce belirttiğimiz gibi peygamberlerinin nübüvvet ve risâletine dair büyük bir mûcizesini ortaya koymak içindir. Veya onlar Allahın kitaplarını biliyor ve okuyorlardı, galip gelmelerinden hoşlanmışlar ve buna sevinmişlerdir. Allah’ın onlara emri ve buna ilişkin bir iradesi olmaksızın onların buna sevinmiş olmaları muhtemel değildir. Bu durum Allah’ın irade etmesi dolayısıyla onların buna sevindiklerini göstermektedir.

      Üçüncüsü, Allah’ın yardımıyla, O dilediğini muzaffer kılar meâlindeki âyette, Allah’ın insan fiillerinde bir etkisinin ve düzenlemesinin olduğuna dair delil vardır. Şöyle ki Cenâb-ı Hak bir kısmının diğerine yönelik fiilini bildirmiş, sonra bunu Allah’ın yardımı olarak nitelemiştir. Bu durum, Allah’ın bu konuda bir düzenlemesinin olduğunu göstermektedir.

      Birkaç yıl içinde. Denildi ki: Birkaç sözü yedi yılı ifade etmektedir. Denildi ki: Ondan aşağısını ifade etmektedir. Denildi ki: üç ile dokuz arasıdır.

      Hz. Ebû Bekir’in Rumlar’ın Farslar’ı Yeneceğine Dair Müşriklerle Bahse Girmesi

      Yine bir rivayette anlatıldığma göre Ebû Bekir (r.a.) müşriklerle söz konusu meselede belirttiği sene içerisinde gerçekleşeceğine dair bahse girmiş; bu süre dolduğu halde Rumlar Parslara galip gelmemiştir. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.) Ebû Bekir’e (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Sen on sayısından aşağısının, hepsinin “birkaç” anlamına geldiğini bilmez misin? Süreyi de bahis rizikosunu da arttır”. O da böyle yaptı. Onlara belirttiği seneler geçmeden Rumlar Parsları yenilgiye uğrattılar. Bazı hadislerde Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuştur: “ondan aşağısına süreyi uzatmada haklı olmazsınız. Zira “bid‘” (بضع) üç ile on arasındaki sayıları ifade etmektedir. Onlarla yapmış olduğunuz bahsin konusu olan rizikosunu arttırın, süreyi de uzatın”. Bunun üzerine onlar böyle yaptılar; tâ ki Rumlar Parsları yenilgiye uğrattılar.

      Hz. Ebû Bekir ile kâfirler arasında cereyan eden bu bahse iki açıdan bakılabilir. Bunlardan biri şudur: Bu durum, Mekke’nin dârülharp olduğu döneme rastlamaktaydı. Bunun delili “Hatırlar mısın? İnkâr edenler seni etkisiz hale getirmek veya öldürmek ya da yurdundan çıkarmak için tuzak kuruyorlardı” meâlindeki âyettir. Bu dönem hicret öncesiydi ve henüz Hz. Peygambere Medine’ye hicret emredilmemişti. Yine bu durumların hepsi Rumların Farslar’ı yenilgiye uğratmalarından önceydi. Dolayısıyla Mekke o vakit dârülharp olduğuna göre dârülharpte müslümanlarla diğer din mensupları arasında bahse girmekte ve akitlerde belirsizlik caizdir. Bu gibi durumlar İslâm hakimiyetindeki bölgelerde (dârülislâm) ise caiz değildir. Bu durum, İmam Ebû Hanîfe’nin dârülharpte müslümanlar ile diğer din mensupları arasında faizli akit yapmanın caiz olduğuna dair görüşüne delil teşkil etmektedir. Halbuki buna benzer akitler dârülislâmda caiz değildir.

      İkincisi, bunda sürenin ne olduğuna ilişkin bir belirsizlik olsa da o gün söz konusu bahisleşme caizdi. Akitlerde belirsizlik, aralarındaki belirlenmiş sürede bir ihtilafın olmasından korkulduğu için akitleri geçersiz kılar. Bu gibi durumlarda ihtilafın ortaya çıkması beklenmez. Zira bunlar onurlu ve cömert insanlardı. Onlar bu tür alelâde konularda ihtilaf etmezlerdi. Aksine onlar ancak din hususunda ihtilaf ederlerdi. Mallara gelince bu konuda bir tartışma ve ihtilaf ise belirttiğimiz sebeplerle çok az meydana gelirdi. Eğer bu gibi meselelerde aralarında ihtilaf meydana gelmesi yaygın olsaydı söz konusu durumda da mümkün olurdu. Bu zamanda ise benzer durumlarda böyle bir şey caiz değildir. Çünkü zamanın farklılaşmasıyla insanlar da farklılaşır. Nitekim Resûlullah’ın (s.a.) şöyle buyurduğu rivayet edilir; İnsanlar giderek yaratılış, huy ve ecel konularında eksilmeye devam ederler.

      Şöyle diyenler de vardır: Bu durum Câhiliye döneminde caizdi. Bugün ise kumar oynamak nehyedilmiştir. Dolayısıyla bu, önceki hükmü neshetmiştir. Kumarın yasak oluşu talih oyunlarının (meysir) yasaklanmasından anlaşılmaktadır. Talih oyunu (meysir) kumardır. Bir oyunun yasaklanması aynı zamanda o mânadaki diğer benzer oyunların da yasaklanması demektir, en doğrusunu Allah bilir.

      Önce olduğu gibi sonra da Allah'ın dediği olur. Bazıları önce olduğu gibi sonra da Allah’ın dediği olur. Yani Parsların Rımlar’ı yenilgiye uğratmalarından önce ve Rumlar’ın Parslara galip gelmelerinden sonra. Allah’ın dediği olur sözü şu anlama da gelebilir: Yaratmasında. Yani yaratmasındaki düzenlemede. Bu hususlarda O’nun dediği olur. Yani yaratmada başkasının dediği ve başkasının herhangi bir düzenlemesi olmaz. Bütün bunlar O’na aittir. Tıpkı şu İlâhî beyanda belirtildiği gibi: “Bilesiniz ki, yaratma da buyurma da yalnız O’na aittir”. Yaratıklara dair yönetim ve emir yalnız O’na aittir.

      Ğalebeti’r-Rûm = Rumlar galip geldi) şeklinde fethah okuyanların kıraatine göre Onlar bu yenilgilerinden sonra galip gelecekler mealindeki âyet müslümanların âhir zamanda Kostantiniye’yi fethetmeleri sırasında onlara galip gelmesini ifade etmektedir. İbn Mesûd ve Hafsa’nın mushaflarında şöyle okunmuştur: “Fî bid‘i sinîne karîben” = Yakında birkaç yıl içinde.

      O gün müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinecekler. O dilediğini muzaffer kılar. Müminler Allah’ın yardımı sebebiyle sevinmişlerdir. Zira O, resûlüne nübüvvetinin ve doğruluğunun ispatına dair mûcize izhar etmek suretiyle yardım etmiştir. Bu yardım onun içindir. Bir kısım müfessirlerin, bunun Farslar’a karşı Rumlar’a yardım olduğunu söylemeleri gerçeğe uzak bir görüştür. Çünkü bir fiil, günah içeren bir fiil olduğu müddetçe “Allah’ın yardımı” olarak nitelenmez. Eğer fiil, itaat içeren bir fiil ise böyle bir nitelemede bulunulur. Bu beyanın mânası, belirttiğimiz üzere söz konusu hususlarda O’nun resûlüne yardım etmesidir.

      O çok güçlüdür, engin merhamet sahibidir. Bahsi geçen ifadelerden sonra çok güçlüdür sözü beyan edildi. Çünkü O, zatıyla çok güçlüdür. Dolayısıyla kullarından bazılarının helâk olması O’nun hâkimiyet ve hükümranlığında bir eksiklik ve zayıflık gerektirmez. Bu durum, yeryüzündeki kralların kulları, halkı ve hizmetkârlarından bazılarının helâki gibi değildir. Çünkü yeryüzünün kralları bunlarla izzet bulmaktadırlar. Bunlar ortadan kalktığında onların izzetleri de ortadan kalkar. Allah Teâlâ ise zatıyla güçlüdür. ‘Onun gücü ve izzeti herhangi bir şeyden dolayı değildir. Dolayısıyla O’nun kullarından bir kısmının helâk olması O’nun için bir noksanlığı ve bir zilleti gerektirmez.​

      Yorum

      İşleniyor...
      X