وَيَوْمَ يُنْفَخُ فِي الصُّورِ فَفَزِعَ مَنْ فِي السَّمٰوَاتِ وَمَنْ فِي الْاَرْضِ اِلَّا مَنْ شَٓاءَ اللّٰهُۜ وَكُلٌّ اَتَوْهُ دَاخِر۪ينَ
Duyuru
Daralt
Henüz duyuru yok.
Neml Sûresi, 87. Ayet
Daralt
X
-
“Sûra üflendiği gün, Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde bulunanlar dehşete kapılır, hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler.”
Sûra Üfleme ve Kıyamet
Sûra üflendiği gün, Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde bulunanlar dehşete kapılır. “Nefh” (نَفْخٌ), yani üfleme hakkında ihtilaf edilmiştir. Nedir ve sayısı kaçtır?. “Sûr” (صُورِ) hakkında da aynı şekilde ihtilaf edilmiştir: O, nedir ve nasıl bir şeydir?. “Nefh”, yani üfleme hakkındaki ihtilaf şöyledir: Bazıları şöyle demişlerdir: Nefhten maksat hakikat anlamda değildir. Aksine kıyâmetin kopmasının Allah’a çok hafif geleceğini bildirmeden kinâyedir. Onun hafifliğini üfleme ile ifade etmiştir, çünkü üfleme yaratıklar için en kolay ve basit olan bir fiildir. O yüzden onu üfleme fiili ile bildirmiştir. Tıpkı şu İlâhî beyanda olduğu gibi: “Kıyâmet bir göz kırpması kadar yahut daha da kısa olacaktır”. Onun durumu göz kırpmaya benzetilmiştir, çünkü kişiye en hafif gelen hareket göz kırpmadır. Kimisi de şöyle demiştir: Üflemenin belirtilmesi kıyâmetin kopmasının süratini ifade etmek içindir. Çünkü üflemek gibi hızlıca gerçekleştirilen başka bir fiil yoktur. Bu, Allah’ın şu İlâhî beyanda söylediği husustur: “Olup biten yalnızca bir çığlık!”. Allah bunu belirtti ve onu hızlı vuku bulduğu için çığlığa ve sarsıntıya benzetti. Çünkü çığlıktan ve sarsıntıdan daha hızlı vuku bulan başka bir şey yoktur.
Burada sözcüğün hakikat anlamında kullanılması söz konusu değildir, buna mukabil onun Allah’a çok hafif geldiğinin bildirilmesi ve belirttiğimiz gibi gerçekleşmesinin hızlı oluşudur. Allah, şu beyanında da bunu söylemiştir: “Biz de ona ruhumuzdan üfledik..”. Ortada gerçek anlamda bir üfleme yoktur. Fakat sanki yapmış gibi, biz ruhumuz vasıtasıyla yaptık, anlamındadır. Kimisi de şöyle demiştir: Üflemek hakikat anlamdadır. Eğer böyle ise o takdirde -aslında Allah’ın buna ihtiyacı olmamasına rağmen- melek açısından onun sınanması söz konusudur. Aynen herhangi bir ihtiyaç olmamasına rağmen insanların tüm yapıp ettiklerini kaydeden kirâmen kâtibin meleklerinin bu görevlerle sınanması gibidir. Ya da daha bir sakındırıcı olması hasebiyledir. Zira ki O, vuku bulan ve vuku bulacak olan her ne varsa ve nasıl, ne zaman var olacaksa ve ne vuku bulacaksa zaten bilmektedir.
Üflemenin sayısı hakkındaki ihtilaflarına gelince birileri şöyle dedi: O tektir. Yorumuna da “İllâ sayhaten vâhideten” yani “sadece tek bir çığlık” mealindeki âyet ile “Oysa bu dönüş sadece bir seslenmeye bakar. Bir de bakarsın kendilerini mahşerde bulmuşlar!” anlamındaki âyeti delil getirmiştir.
Kimisi de iki defa olacağını söylemiştir. Delil olarak da şu ilâhı beyanları kullanmışlardır: “O gün şiddetle sarsan sarsar; onu ikinci sarsıntı izler”. Burada birinciyi bir başka üflemenin takip edeceği bildirilmiştir, ikinci delil olarak şu ilâhı beyan getirilmiştir: “(O gün) sûra üflenecek, ardından -Allah’ın diledikleri dışında- göklerde ve yerde bulunanların hepsi düşüp ölecek; sonra sûra yeniden üflenecek ve onlar birden ayağa kalkmış, etrafa bakıyor olacaklar”. Kimi de üç kez üfleneceğini söylemişlerdir: Birincisi korku salmak için, İkincisi İlâhî beyanda belirttiğimiz gibi bayılma için, üçüncüsü ise yeniden diriltme için. Kimi de üç adet olacağını söylüyor, ancak bunların hepsinin ölümden sonra olacağını ifade ediyor. Birincisi, kabirlerde korku salmak içindir. İkincisi orada diriltme içindir. Üçüncüsü de oradan çıkarmak ve mahşer yerine sevketmek içindir. Bu görüşün sahibi ikinci üfürüşten üçüncüsüne kadar kabir azabının olacağını kabul etmiş olur. Aynı şekilde konuyla ilgili benzer rivayetler de nakledilmiştir. Bunlar eğer sabit ise biz de ona kani oluruz, aksi takdirde durur bekleriz.
“Sûr” (صُورِ) hakkındaki ihtilaflarına gelince birtakım yorumcular onu “Ruhlar ölü bedenlere üflenir” diye tefsir etmişlerdir. Bunlara göre sûr, “sûret” kelimesinin çoğuludur. Zeccâc şöyle dedi: Böyle bir ihtimal yoktur. Çünkü “vâv” harfinin sükûnu ile sûr kelimesinin, “suver”in tekili ya da çoğulu ile hiçbir ilgisi yoktur. Çünkü tekili “tâ” harfi ile sûret kelimesidir. “Sûret”in çoğulu da “vâv”ın fethi ile suver kelimesidir. Nitekim bu şekilde şu İlâhî beyanda geçmektedir: “Ve savveraküm fe ahsene suveraküm” “size şekil veren, şeklinizi de güzel yapan” şeklinde. Kimi müfessirler de demiştir ki o boynuzdur, içine üflenir ve (ses çıkarır) dünyadaki şu boynuz gibi. Ya da o borudur dünyadaki bir boru gibi. Ancak biz Allah’ın belirttiği üfleme, sûr gibi şeyleri şudur ya da budur diye açıklama yoluna gitmiyoruz. Ya da onun şu ya da bu olduğuna işaret anlamına gelecek bir söz de etmiyoruz. Ama bunlarla ilgili olarak Hz. Peygamberden bir açıklama (tefsir) gelmişse o takdirde o doğrultuda açıklama yapılır. Hem bu, ameli gerektiren bir konu da değildir ki bundan dolayı onun sıhhatini ya da çürüklüğünü ortaya koyma külfetine girelim. Bu sadece tasdiki gerekli olan bir haberdir. Bu itibarla “nefh”, yani üfleme ve sûr hakkında nasıl geldi ise öyle kabul ediyor, onları açıklama yoluna gitmiyoruz. En doğrusunu Allah bilir.
Göklerde ve yerde bulunanlar dehşete kapılır. Hepsi boyunları bükük olarak O’na gelirler. Başka bir İlâhî beyanda şöyle buyurmuştur; “(O gün) sûra üflenecek, ardından göklerde ve yerde bulunanların hepsi düşüp ölecek..”. Bu, o günün korkusunun şiddetini bildiren bir ifadedir. Tıpkı şu İlâhî beyanlarda olduğu gibi; “Ve insanları sarhoş olmadıkları halde sarhoş gibi göreceksin”; “Ey insanlar! Rabb’inize karşı gelmekten sakının. Kıyâmet sarsıntısı gerçekten büyük bir olaydır. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutacak, her gebe kadın karnındaki çocuğu düşürecektir”. Ve benzeri İlâhî beyanlar.
Allah’ın diledikleri dışında. Bazıları şöyle demişlerdir: Allah’ın diledikleri dışında olanlardan maksat dünyada iken şehit düşenlerdir. Bu yorumu destekler mahiyette bir hadiste şöyle rivayet edilmiştir; Hz. Peygamber (s.a.) şöyle buyurmuş; “Âdemoğluna nübüvvetten sonra şehitlikten daha yüce bir mertebe verilmemiştir. Şehit kıyamet gününün o dehşetengiz korkusunu yaşamaz, sadece şu kadarcık; Hani biri diğerine; İşitiyor musun? der. Öteki de “Sanki ezana benzer bir şey duyuyorum” diye cevap verir”. Bazıları da şöyle demişlerdir; Onlar Cibril, Mîkâil, İsrâfîl ve ölüm meleğidir (Azrâîl). Bazıları da onların nebiler ve resûller olduğunu söylemişlerdir. Ancak biz, burada istisna edilenlerden maksat şunlar şunlardır demeyeceğiz, keza herhangi birine işarette de bulunmayacağız. Çünkü biz bunu bilmiyoruz. Ancak Hz. Peygamberden (s.a.) bize bu konuda bir açıklama gelmişse o takdirde biz de o doğrultuda açıklama yaparız. Bununla birlikte istisna edilenlerin âyetin devamında o günün dehşetinden ve korkusundan güvende olacakları bildirilen kimselerin olması da mümkündür. O da şu ilâhı beyandır; “Kim (İlâhî huzura) iyilikle gelirse ona daha iyisi verilir; o gün onlar kıyamet dehşetinden de etkilenmezler”.
Âyetin metninde geçen “etevhu” (أَتَوْهُ) kelimesi med ile “âtûhu” (آتُوهُ) şeklinde de okunmuştur. “Fâ‘ilûne” vezninde “tâ” harfinin dammesi ile uzatmalı olarak okunmuştur ki “Âtin”in (آتٍ) çoğuludur. “İllâ âti’r-Rahmâni ‘abden” meâlindeki âyette olduğu gibi. “Etâ”’ kelimesinin çoğul kipi olmak üzere “etevhu” şeklinde de okumuşlardır. O takdirde “se ye’tûne” (سَيَأْتُونَ) yani gelecekler anlamında olur. Bazıları ise elifin kasrı ve “tâ”nın nasbı ile “ityân” fiilinden olmak üzere kullanıldığını söylemişlerdir.
Dâhirîn” (دَاخِرِينَ) kelimesinin aşağılanmış olarak, hor ve zelil kılınarak, anlamında olduğu söylenmiştir.
Yorum
Yorum