اِنَّكَ لَا تَهْد۪ي مَنْ اَحْبَبْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ يَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ اَعْلَمُ بِالْمُهْتَد۪ينَ
Duyuru
Daralt
Henüz duyuru yok.
Kasas Sûresi, 56. Ayet
Daralt
X
-
"Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir. O doğru yola gelecekleri daha iyi bilir."
Ebû Tâlib'in İmanı Meselesi ve Mûtezile'ye Göre Hidayet
Şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Müfessirler, bunun Hz. Peygamber'in (s.a.) amcası Ebû Tâlib hakkında indiğini söylemiştir. Buna göre Ebû Tâlib şöyle demiştir: Ey Hâşimoğulları! Muhammed'e uyun ve onu tasdik edin ki kurtuluşa eresiniz ve doğru yolu bulasınız. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.), ona "Ey amcam sen onlara iyilik emrediyor, kendin için ise terkediyorsun" dedi. O da "Ne istiyorsun ey kardeşimin oğlu?" diye cevap verir. Hz. Peygamber şöyle cevap vermiş: "Dünyadaki son gününde söyleyeceğin tek bir söz istiyorum: Allah'tan başka ilah yoktur. Ben de bununla sana Allah katında şahitlik edeceğim". Nihayetinde Ebû Tâlib şöyle der: Ey kardeşimin oğlu! Ben senin doğru olduğunu biliyorum. Fakat ölüm anında korktu demelerini istemiyorum. Şayet benden sonra sana ve sülâlene bir zillet ve hakaret yapılacak olmasaydı, bu sözü söyler ve senin gözünün önünden ayrılmadan önce ikrar ederdim. Çünkü ben senin muhabbet ve samimiyetinin ne kadar yoğun olduğunu biliyorum. Fakat ben şu şu reislerin dini üzere öleceğim. Bunun üzerine Allah Teâlâ, bu konuda şüphesiz sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin. Fakat Allah, dilediği kimseyi doğru yola eriştirir meâlindeki âyeti indirdi. Bu âyet Mûtezile'ye karşı bir delildir. Çünkü onlar hidâyetin beyan olduğunu söylemektedirler. Şayet söyledikleri gibi beyan olsaydı, Resûlullah (s.a.) ona beyan etmeye güç yetirebilirdi ki nitekim beyan etmişti. Fakat [Ebû Ali] el-Cübbâî, Mûtezile adına delil getirmekte ve tevil ederek şöyle demektedir: Resûlullah (s.a.) amcasını cennete koymak için çabalıyordu. Yüce Allah buyurdu ki o kendisi girmedikçe sen onu cennet yoluna iletemezsin. Yahut buna benzer bir söz söyledi. Bu, uzak bir yorumdur. Câfer b. Harb şöyle dedi: Hidâyet, teklifin başlangıcında değil, bilakis insanların davranışlarına sevap vermek demek olan ilâhî lütuflara dairdir. Çünkü insanlar ilk anda ve teklifin başlangıcında hidâyeti benimser. Tıpkı şu ilâhî beyanda olduğu gibi: "Hidâyeti benimseyenlere gelince Allah onların hidâyetini arttırır". Bu beyanda Allah Teâlâ Hz. Peygamber'e şunu haber veriyor: "Sen fiile sevap verme ve ilâhî lütuf olan hidâyete insanları erdirme imkânına sahip değilsin. Ona şöyle cevap verilir: Başlangıçta hidâyeti benimsemelerinden dolayı onlara verilen sevap anlamındaki arttırmayı bize açıkla. Başlangıçta hidâyeti benimseme söz konusu olmaksızın artırma onlara fayda verir mi? Evet derlerse onlara şöyle denilir: Bu arttırmayı onlara Allah'ın yapması gerekir. Zira onlara göre O, her kâfire, dinde fayda sağlayan ve yararına olanı vermek zorundadır. Bu onlara fayda sağladığı halde bunu nasıl engeller?
İkinci olarak ona şöyle denir: Onlar için sevap konumunda olan bu arttırma ve başlangıçta onlarda olduğu üzere lütuflar onun hakkı mıdır yoksa değil midir? Şayet onun hakkıysa onların görüşüne göre buna engel olmanın bir anlamı yoktur. Çünkü onlar, bunu vermenin Allah'a vâcip olduğunu söylemektedirler. Şayet hakkı değilse, onların görüşüne göre fakat Allah dilediğini doğru yola eriştirir meâlindeki âyetin bir anlamı olmaz. Bu durumda bunu delil getirmek onların görüşüne göre geçersiz olur.
Bize göre hidâyetin arttırılması ve başlangıcı eşittir. Bu da resûlüne haber verdiği üzere onun hidâyete erdirememesidir. Fakat Mûtezile'nin dediği gibi hidâyetin tamamı beyandan ibaret olmuş olsaydı, zaten onlara bunu beyan etmişti. Bu husus beyanın dışında Allah katında bir hidâyetin var olduğuna işaret etmektedir. Allah Teâlâ, katında bulunan hidâyeti kuluna verdiğinde onunla mümin olmaktadır. Bu mânada hidâyet, yardım, koruma ve eksikliğini gidermedir. Resûlullah (s.a.) bunu yaratma ve ortaya çıkarma gücüne sahip değildir. Fakat buna sahip olan Allah Teâlâdır.
Yorum
Yorum