وَلَوْلَٓا اَنْ تُص۪يبَهُمْ مُص۪يبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَيَقُولُوا رَبَّـنَا لَوْلَٓا اَرْسَلْتَ اِلَيْنَا رَسُولاً فَنَتَّبِعَ اٰيَاتِكَ وَنَكُونَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ
Duyuru
Daralt
Henüz duyuru yok.
Kasas Sûresi, 47. Ayet
Daralt
X
-
"Kendi iradeleriyle önceden yaptıklarından ötürü başlarına bir musibet geldiğinde, 'Rabb'imiz! Ah, ne olurdu, bize bir peygamber gönderseydin de âyetlerine uyup da müminlerden olsaydık!' diyecek olmasalardı (peygamber göndermezdik)."
Kendi iradeleriyle önceden yaptıklarından ötürü başlarına bir musibet gelmeseydi. Ayetteki "lev lâ" (لولا) kelimesi bir cevabının bulunmasını gerektirir. Bunun ardından belirtilen cümlede bunun bir cevabı bulunmamaktadır. Başlarına bir musibet gelmeseydi sözü, "başlarına bir musibet gelmedi" konumundadır. Bu dil bakımından mümkündür. Tıpkı şu ilâhî beyanda olduğu gibi: "O kulağınıza geldiğinde 'bunu konuşmak bize yakışmaz' deseydiniz ya!" , yani "bunu konuşmak bize yakışmaz" demediniz. Yine "eğer dünyada ve âhirette Allah'ın lütfu ve rahmeti hep sizinle olmasaydı... size dokunurdu" meâlindeki âyet de böyledir. Yani onlara dokunmadı. Cenâb-ı Hakk'ın bu sürede belirttiği ve bütün "lev lâ" (لولا) ile başlayan ifadeler "olmadı" anlamındadır. Buna göre başlarına bir musibet gelmeseydi meâlindeki beyana ait yorumun şöyle olması mümkündür: Onların başlarına bir musibet gelmedi. Şayet onların başlarına musibet gelseydi -ki o azaptır-, Rabb'imiz! Ah, ne olurdu, bize bir peygamber gönderseydin derlerdi. Bu tıpkı şu ilâhî beyanda belirtilen husus gibidir: "Eğer biz bundan önce onları bir azapla helák etmiş olsaydık mutlaka şöyle diyeceklerdi: Ey Rabb'imiz! Bize bir peygamber gönderseydin". Söz konusu âyetin tevili de buna göredir.
Yine bu âyette ve "eğer biz bundan önce onları bir azapla helâk etmiş olsaydık" meâlindeki âyette iki yön bulunmaktadır. Biri, peygamber göndermeden önce yaptıkları kötülükler dolayısıyla Allah'ın onlara azap etmemesi gerektiğini diyenlere karşıdır. "Biz bir resûl göndermedikçe azap da etmeyiz" meâlindeki âyet bu mânadadır. Halbuki söz konusu âyette peygamber göndermezse dahi onlara azap etme hakkının olduğuna ilişkin açıklama vardır. Çünkü onları helâk etmekle tehdit etmiştir. Şayet azapla cezalandırma ve helâk etme hakkı olmasaydı tehdidin bir anlamı kalmazdı. Dolayısıyla bu durum, peygamber gönderse de göndermese de O'nun dünyada iken helâk edip kökünü kazıma hakkının bulunduğunu göstermektedir. Ne var ki bir lütuf ve rahmet eseri olarak bunu ertelemiştir.
Âyetin ikinci yönü, "kul için en faydalı olanı yaratmanın" (aslah) Allah'a vâcip olduğunu söyleyen Mûtezile'ye karşıdır. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın kendilerine yönelik tehdidi şu iki ihtimalin dışında değildir: Ya Allah'ın tehdit etmeyi terketmemesi onlar için daha yararlıdır veya tehdidi terketmesi daha uygundur. Şayet onlara yönelik tehdidi daha elverişli ise Allah bunu terketmiştir. Mûtezile'nin görüşüne göre bunu terketmekle zâlim olmuş olur. Çünkü dinde aslah olanı yapmamıştır. İkinci ihtimal, tehdidi terketmemenin onlar için daha faydalı olmasıdır. Bu durumda da yaptığı azap tehdidiyle onlara zulmetmiş durumunda bulunur. Çünkü yaptığı azap tehdidi onların faydasına değildir. Belirttiğimiz husus, din konusunda insan için en faydalı olana riayet etmenin Allah hakkında zorunlu olmadığını kanıtlamaktadır.
Kendi iradeleriyle önceden yaptıklarından ötürü. Sadece inkâr değil, bilakis inkârla birlikte inat ve büyüklük taslama. Çünkü inkâr etmenin azabı dünyada değil âhirettedir. Zira Allah Teâlâ, kâfirlerin çoğunu bırakmış, dünyadayken helâke mâruz bırakmamış ve azap etmemiştir. Fakat peygamberlere karşı, onların isteklerinin peşi sıra kendilerine ve getirdikleri mûcizeler ve ortaya koydukları kanıtlar konusunda inatçılık yapıp büyüklük taslayanları dünyada helâke mâruz bırakmış ve yok etmiştir. Söz konusu edilen bu durumda onları helâke mâruz bırakmış ve yok etmiştir, sırf inkâr ettikleri için değil.
Sonra, peygamber göndermeden önce azap etme hakkı Allah'ın, insanlara azap etmeyip yapacakları münakaşa ve çekişmelerini ortadan kaldırmak üzere mûcizeler ve delillerle peygamber gönderene kadar azabı ertelemesi onun bir lütfu olmaktadır. Her ne kadar inkârcılar Rabb'imiz! Ah, ne olurdu, bize bir peygamber gönderseydin de âyetlerine uyup müminlerden olsaydık! sözlerinden anlaşılacağı üzere O'na karşı delil getirme hakları olmasa da durum böyledir. Ayetlerine uysaydık sözüyle peygamberlerin getirdikleri műcizelerin kastedilmiş olması mümkündür. Ayetlerine uysaydık sözüne ilişkin ikinci muhtemel yorum şudur: Burada mûcizelerden maksat peygamberlerin kendileridir, çünkü bizzat kendileri bir mûcize ve delildir. En doğrusunu Allah bilir.
Yorum
Yorum