وَنُر۪يدُ اَنْ نَمُنَّ عَلَى الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا فِي الْاَرْضِ وَنَجْعَلَهُمْ اَئِمَّةً وَنَجْعَلَهُمُ الْوَارِث۪ينَۙ
Duyuru
Daralt
Henüz duyuru yok.
Kasas Sûresi, 5. Ayet
Daralt
X
-
5. "Oysa biz o ülkede güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak, onları (ülkelerinin) vârisleri kılmak istiyorduk"
6. "Onları belli bir yere yerleştirmek, Firavuna, Hâmâna ve ordularına, sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirip göstermek (istiyorduk)."
Biz o ülkede güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak istiyorduk. Bu, zahir anlamıyla elçisine böyle yapacağına dair bir bildirmedir, yoksa onlara lütufta bulunduğu ve bunu yaptığı anlamına gelmez. Çünkü O, şöyle olanlara lütufta bulunmak istiyoruz buyurmaktadır. Zira onlara böyle bir lütufta bulunmuş olsaydı "o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunduk" buyurması gerekmez miydi? Ancak âyetin mânası -en doğrusunu Allah bilir ya- şöyle olabilir: Biz ezelde onlara lütufta bulunacağımızı, onları önderler yapacağımızı ve vârisler kılacağımızı istiyorduk. Yoksa zâhir anlamı bizim belirttiğimizdir.
Onları önderler yapmak. Bu ilâhî beyan iki şekilde yorumlanabilir. İlki, onların tümünü bize önderler yaptı, biz onlara uyar ve itaat ederiz. İkinci ihtimal, onları önderler yapmak sözü şu anlama gelir: Kendi içlerinden onlara önder ve lider yaparız. Yani bir kısmını bir kısmına önder yaparız. Bu, yüce Allah'ın Mûsa'ya "Bir zamanlar Mûsâ kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah'ın size lütfettiği nimeti hatırlayın. Zira O, içinizden peygamberler çıkardı" buyurması gibidir. Burada söz konusu edilen önderler sanki bu beyanda belirtilen peygamberlerdir.
Onları vâris kılmak ve belli bir yere yerleştirmek. Bu beyan bir başka ilâhî beyanda belirtilen anlama benzemektedir: "Hor görülüp ezilmekte olan o kavmi de yerin doğu taraflarına ve batı taraflarına mirasçı kıldık". Yani Firavun ve kavminden sonra o yere ve iktidarına vâris olurlar. Vâris, belirttiğimiz gibi hayatta kalmaya devam eden kimsedir. Sanki şöyle buyurmuştur: Onların helâk edilmesinden sonra yerlerinde ve iktidarlarında kalırlar. Tıpkı şu ilâhî beyanda olduğu gibi: "Yeryüzüne ve onun üzerindekilere ancak biz vâris oluruz". Yani o yerin ve üzerindekilerin helâk edilmesinden sonra biz kalırız. En doğrusunu Allah bilir.
Firavun'a, Hâmân'a ve ordularına, sakındıkları şeyi onların eliyle başlarına getirip göstermek (istiyorduk). Yani onlar korktukları şeyi görürler. O da helâk ve mülkün yok olmasıdır. Bu, onların korktukları akıbetti. Bunu, onlara gösterdi. Çünkü o, krallığını sürdürmek için ve yok olmasından korktuğu için onların oğullarını boğazlıyordu. Zeccâc şöyle demiştir: Firavun, ahmak ve aklı kıt olduğu için halkın erkek çocuklarını boğazlayıp öldürüyordu, çünkü kâhinler bir dönemde doğacak erkek çocuğun aracılığıyla hükümranlığının yok olacağını söylemişlerdi. Bu durumda kâhinler ya doğru söylemişler ve erkek çocukları öldürse bile onun mülkü yok olacaktır ya da yalan söylemişlerdir. Bu durumda da erkek çocukları öldürmenin bir anlamı yoktur, çünkü krallığı yok olmayacaktır. Fakat o, ahmaklığı, akıl kıtlığı ve kendini bilmezliği yüzünden bunu onlara yapmıştır .
O ülkede güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak istiyorduk. Yani onları Firavun ve ailesinden, onun yakın çevresinden, oğulların öldürülmesinden ve bunların dışındaki türlü eziyetlerden kurtarmak suretiyle lütufta bulunmak istiyorduk. En doğrusunu Allah bilir.
Mûtezile'nin Aslah Prensibine Reddiye
O ülkede güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak istiyorduk. Bu beyanda ve devamında, "Allah'ın kullarına din hususunda en uygun olanı [aslah] yapması gerekir, böyle yapmaması durumunda zâlim olur" görüşüne sahip olan Mûtezile'nin aleyhine deliller vardır.
Onlara şöyle denilir: Şayet insanların dinî ihtiyaçları konusunda mutlaka en uygun olanı yapması Cenâb-ı Hakk'a vacip olsaydı, yeryüzünde güçsüz düşürülenlere onları önderler yapmasına, yerlerinde bırakmasına, kendi yönetimlerine hâkim kılması ve mallarına vâris kılmasına dair lütfunu belirtmesinin bir anlamı kalmazdı. Çünkü onların iddialarına göre Allah yapması gerekli olanları yapmıştır. Zira bu, dinde onlar için daha uygundur. Kendisi için zorunlu olan bir fiili yapan kimse, bu yaptığıyla karşısındakine lütufta bulunmuş sayılmaz. Ayette belirtilen ilâhî fiilin yerine getirilmesine ilişkin bir lütuftan bahsedilmesi, bu fiilin Allah için zorunlu olmayan bir şekilde yapıldığına işaret etmektedir. Ancak O, bu fiili lütufta bulunarak yapmıştır, bunu yapmaması da mümkündü.
Yine Mûtezile mensupları şöyle diyorlar: Firavun ve kavminin helâk edilmesi, onlar için hayatta bırakılmalarından daha uygundur. Her bir kâfirin öldürülmesi de böyledir. Dolayısıyla bu konularda bir lütuftan söz edilmemiştir. Bu, aslında durumun onların söyledikleri gibi olmadığına, aslah fikrinin geçersiz ve reddedilmiş bir konumda bulunduğuna işaret etmektedir.
Yorum
Yorum