"Enter"a basıp içeriğe geçin

El-Âlim ve’l-Müteallim – Ebû Hanife

Hanefilik Türkiye’de en çok rağbet edilen mezhep olsa da Ebû Hanife’nin asıl görüşlerinin aynı rağbeti görmediği biliniyor. Ebû Hanife’ye nispet edilen El-Âlim ve’l-Müteallim isimli kitaptan ilgimi çeken bazı bölümleri paylaşacağım.

Ancak öncelikle eser hakkında kısa bir bilgi vermeliyim. El-Alim ve’l-Müteallim isimli kitap Ebu Hanife tarafından değil, vefatından sonra Ebu Hanife adına talebeleri tarafından yazılmıştır. Kitap Ebû Mukātil Hafs b. Selm es-Semerkandî ile Ebû Hanife’nin diyaloglarından ibarettir. Metnin tamamı yaklaşık 25 sayfa kadar tutmaktadır.

Kitabın Ebu Hanife’ye ait olmadığı yönünde Şia kaynaklı iddialar vardır. Ancak eser, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları tarafından “İmam-ı Azam’ın Beş Eseri” içinde yayımlanmıştır.

Aşağıda bu kitaptan bazı kısımları okuyabilirsiniz.

  • Kur’ân-ı Kerîm’in hilafına, Hz. Peygamber’den hadis nakleden herhangi bir kimseyi reddetmek, Peygamberi reddetmek veya tekzip etmek demek değildir. Bilakis, Hz. Peygamber adına bâtılı rivayet eden kimseyi reddetmek demektir. İtham Hz. Peygamber’e değil, nakleden kimseye râcidir. Hz. Peygamberin söylediğini duyduğumuz, yahut duymadığımız her şey can, baş üstünedir. Biz onların hepsine iman ettik, onların Allah’ın Resûlü’nün söylediği gibi olduğuna şehâdet ederiz. Keza Hz. Peygamberin, Allah’ın nehyettiği bir şeyi emretmediğine, Allah’ın kullarına ulaştırılmasını emrettiği bir şeye de mâni olmadığına şahitlik ederiz. O, hiçbir şeyi Allah’ın tavsif ettiğinden başka şekilde tavsif etmez. Yine şehâdet ederiz ki O, bütün işlerde Allah’ın emrine muvafakat etmiş, hiçbir bid’at ortaya koymamıştır. Allah’ın söylemediği hiçbir şeyi de, Allah’a isnat etmemiştir. Bunun için Allahu Teâlâ “Kim Resul’e itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.” buyurmaktadır.
  • Kur’an’daki ilâhî sıfatlar ve haberlere gelince; bunların hiçbirinde mensûh yoktur. Nâsih ve mensûh ancak emir ve nehiyde cereyan eder. Din birdir, şeriatler ise çok ve muhteliftir. Her resul kendi şeriatına davet etmiş, kendinden önceki resulün şeriatına uymaktan nehyetmiştir. Zîra resullerin şeriatları çok ve muhteliftir. Bundan dolayı Allah Kur’an-ı Kerîm’de “Sizin her biriniz için bir şeriat, bir yol tayin ettik. Eğer Allah dileseydi sizi bir tek ümmet yapardı (Mâide 5/48)” buyurmuştur. Allah, mü’minlere farz olan şeyleri, onların dini kabul etmelerinden sonra emretmiştir. “İman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar.” “Ey iman edenler, size kısas farz kılındı..” “Ey iman edenler, Allah’ı çok anın.” âyetleri ve benzerleri bu hususu belirtmektedir. Eğer farz kılınan şeyler bizatihi iman olsaydı, Allah o amelleri işleyinceye kadar kullarını mü’min olarak isimlendirmezdi. O halde mü’minler imanlarından dolayı namaz kılar, oruç tutar, zekât verir, hacceder ve Allah’ı zikrederler. Yoksa namaz, zekât, oruç ve haccetmekten dolayı iman etmiş olmazlar.
  • Sakın bir sözü duyup beğenmeyen, sonra da sahibini lekelemek için o sözü insanlar arasında söyleyip ifşa eden kimselerden olma. Zîra o tip kimseler “Söylenen sözün belki benim bilmediğim bir yönü vardır, arkadaşıma sorayım, herhalde bunu kastetmediği halde söyleyiverdi, benim için gerekli olan dikkatli olmak, arkadaşımı kötülememek, sözünü niçin söylediği anlaşılıncaya kadar onu lekeleyecek bir şey söylememektir. ” diye düşünmezler.
  • Allah’ın şirk haricinde mutlaka cezalandıracağı günahlar hakkında bir şey bilmiyorum. Bildiğim şudur ki; günahların bir kısmı affedilir. Fakat hangisidir? Bunu bilmiyorum. Zira Kur’an-ı Kerîm’de “Eğer yasakladığımız büyük günahlardan kaçınırsanız sizin kusurlarınızı örteriz” buyurulmaktadır. Büyük günahların hepsini, yahut affolunacak kusurların tamamını bilmiyorum. Fakat, Allah’ın, şirkten başka bütün günahları affetmesi mümkündür. Çünkü “Şüphesiz Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez. Onun ötesinde dilediği kimselerin günahlarını affeder.” buyurmaktadır. Allahu Teâlâ kimi affetmek ister, kimi affetmek istemez, bunu bilemem. Az amelle beraber olan ilim, çok amelle birlikte olan cehaletten daha hayırlıdır. Bundan dolayıdır ki, Allah: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyurmaktadır. Sana “Hz. Peygamber’in ashabı için kafi olan senin için de kafi değil mi?” diye soranlara, “Evet, ben onların durumunda olsaydım, onlar için mümkün olan benim için de mümkün olurdu” şeklinde cevap ver. Onların şartları ile bizim şartlarımız birbirinin aynı değildir.
Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir


The reCAPTCHA verification period has expired. Please reload the page.