Dinin yok olmaya yüz tuttuğuna dair görüşler, dini kurumsal yapılardan ibaret görme ön yargılarından kaynaklanmaktadır. Kurumsal yapılardan kastım devlet kurumları değil, dinin geleneksel, resmi, ortodoks modelidir. Dinin kurumsal yapısı yanında bireysel yönü bakımından da değerlendirilmesi gerekir.
Dinin kurumsal yapısını oluşturan toplumsal koşullardır. Toplumsal koşulların değişmesiyle dinin kurumsal yapısı meşruiyetini yitirebilmektedir.
Dinin topluma ayak uyduramayan kurumsal yapıları çöküşe maruz kalır, bunları ayakta tutmaya çalışan bireyler ya da gruplar zamanla marjinalleşir. Yenilenen sosyal yapılar, dinlerin buna ayak uydurmalarını ya da yeni kurumsal yapılarını oluşturmasını gerektirir.
Buna göre Türkiye’de ve dünyada dinler bakımından vaziyet nedir?
Genel olarak dinlerin ve dünyanın durumu çok daha detaylı bir çalışmanın konusu olduğundan burada sadece Türkiye’deki Müslümanların durumuyla sınırlı kalmaya çalışacağım.
Bugün ülkemizde İslam’ın kurumsal yapılarının uzun süredir devam eden bir çöküş süreci içinde olduğu söylenebilir. Çöküş süreci yaşayan kurumsal yapılara cemaatler, tarikatlar ve mezhepler ile fıkıh, hadis, tefsir, kelam ve siyer gibi ilim dalları örnek olarak gösterilebilir. Bu alanların tümü yaklaşık 150 yıldır giderek artan bir dozda eleştiriye (ve hatta günümüzde adeta bombardımana) tabi tutulmakta, önemli ölçüde güçleri zayıflatılmış durumdadır.
Yukarıda örneğini verdiğim İslami kurumların zayıflatılmış olmasını, İslam’ın/dindarlığın çöküşü olarak görmek eksik/hatalı bir tespit olacaktır. Zira Kurancılık diye nitelenen, Kuran Yeter, Sadece Kuran, Kuran İslamı gibi tabirlerle kendilerini ifade eden yeni dindar söylem, geleneksel söylemin tersine büyük bir hızla gelişmekte, yaygınlaşmaktadır.
Kurancı söylemin geleneksel kurumlara benzer kurumlar oluşturması beklenmemelidir. Geleneksel kurumlar, tarihsel şartların ortaya çıkardığı biçimlerdeydi. Yeni söylemler de yeni biçimlerde kurumsallaşacaktır. Yeni söylemlerin yeni kelam/fıkıh/tefsir ekolleri ya da yeni mezhepler/tarikatlar oluşturması beklenemez. Yeni söylemin öncülerine baktığımızda yeni tarikat/cemaat oluşturma gayretinde oldukları da söylenemez, ancak kısmen yeni fıkıh/kelam/tefsir yaklaşımlarının ortaya konulması çabaları görülebiliyor. Bu çabaların zamanla daha farklı arayışlara evrileceğini, dinin bireysel yorumunun daha fazla ön plana çıkacağını, bu durumun genel bir kabul görerek kurumsallaşmanın bu temelde gelişeceğini düşünüyorum.