Din, tarih boyunca toplumsal hayatın her alanını etkileyen büyük bir güç olmuştur. Buna rağmen Tayfun Atay, kitabına “Din hayattan çıkar” gibi iddialı ve ilgi çekici bir isim koymuş.
Kitabın ismini ve tanıtım yazısını gördüğümde iki nedenle heyecanlandım. Birincisi, Tayfun Atay’ı Radikal gazetesindeki köşe yazılarından az çok tanıyor ve kendisini daha iyi tanımak istiyordum. İkincisi, dinler tarihi ile ilgili okumalarımı yoğunlaştırdığım bir dönemde, köşe yazılarını ilgiyle okuduğum bir yazarın kitabının tanıtım yazısında “Dine antropolojik bir bakış açısının ürünü” yazmasıydı. Dinler tarihi ile ilgili daha çok arşiv çalışmasına yöneldiğim için güncel bir antropolojik bakış açısının nasıl bir ürün ortaya koyabileceğini merak ettim. Ancak “dinin hayattan neşet ettiği”ne dair görüşün delillendirileceği bir eser beklerken Din Antropolojisi alanında yer yer akademik sayılabilecek bir eserle karşılaştım.
Din olgusunun ve toplumdaki yansımalarının ele alındığı kitap hakkında genel bir fikir vermesi için ele alınan konuları aşağıda kısaca sıraladım. Kitap yedi bölümden oluşuyor.
Birinci bölümde genel olarak din olgusuna antropolojik yönden bir bakış sunulmuş, bu bakış açısı çerçevesinde İslam dinindeki çeşitli inanç ve ritüeller ile ilgili örnekler verilmiş, son olarak da Müslümanların Antropoloji bilimine olan yaklaşımı konusundaki yöntemsel çeşitliliklerden bahsedilmiş. Yazar bu bölümde dine bakış açısı ile ilgili kendi antropolojik pozisyonunu şöyle netleştiriyor: “Ne saygı, ne de nefret, fakat eleştirel sempati.” Antropoloji bilimiyle ilgilenenlerin sömürgeci bakış açısına karşılık geliştirilen bu postmodern sempatik bakış açısı bana hiç de sempatik gelmedi. Yine de ehven-i şer kabilinden “Yetmez ama, evet!” diyorum.
İkinci bölümde, 1923’teki kuruluşundan itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne hakim yönetici ve bürokrat kesimin dine yaklaşımı ile cumhuriyet dönemi boyunca din-devlet ilişkileri ele alınmış. Yazara göre söz konusu yönetici ve bürokrat kesimin dine yaklaşımını nitelemekte ateizm terimi bile yetersiz kalmakta, bu durumu ifade etmek için yazar tarafından anti-teizm tabiri -haklı olarak- önerilmektedir. Türkiye’de akademik dünyanın dine karşı katı ideolojik yaklaşımının kırılmasında Prof. Dr. Şerif Mardin’in katkılarından da bahsedilmiş.
Üçüncü bölümde iki alan çalışmasından bahisle önceki bölümlerde ileri sürülen görüşler delillendirilmeye çalışılmış. Yazar tarafından yapılan alan çalışmalarının ilki, yaklaşık bir yıl boyunca incelediği Kıbrıs kökenli Nakşibendi Şeyhi Nazım Kıbrısî’nin İngiltere’deki çevresini konu alıyor. İkinci alan çalışması ise Konya Beyşehir Gölü civarında meşhur Hacı Sofu isimli bir dervişin mezarının ziyaretgaha dönüşmesiyle ilgili.
Dördüncü bölümde Evrimci ve Yaratılışçı teoriler ile bunların Türkiye’deki yansımaları ele alınmış.
Beşinci bölümde Halifelik kurumunun ortaya çıkışından bugüne kadarki tarihçesi ve tarihteki rolüne dair değerlendirmeler yer alıyor.
Altıncı bölümde 1979 İran İslam Devrimi farklı bir açıdan ele alınmış. Yazara göre İran İslam Devrimi’ne yol açan gelişmelerin içerisinde dinî olanların yanı sıra Marksist, liberal ve milliyetçi birçok muhalif grubun önemli katkıları vardı.
Yedinci ve son bölümde Mısır merkezli İhvan-ı Müslimin (Müslüman Kardeşler) hareketi ele alınmış. Arap Baharı sürecinde Mısır’da Mübarek yönetiminin devrilmesi sırasında -İran İslam Devrimi’nde olduğu gibi- “muhalif grupların ittifakı”na dikkat çekilmiş.