"Enter"a basıp içeriğe geçin

Cemaleddin Afgani kimdir?

Cemaleddin-i Afgani
Cemaleddin-i İstanbuli
Cemaleddin-i Rumi
Cemaleddin-i Kabuli
Makale ve mektuplarında imza olarak yukarıdaki mahlasları kullanan;

Mehmet Akif Ersoy
Muhammed Abduh
Reşid Rıza
Hasan el-Benna
Ali Şeriati
Hayrettin Karaman
Bediüzzaman Said Nursi
İhsan Eliaçık
Musa Carullah
Mehmet Emin Resulzade
Mehmet Emin Yurdakul
İsmail Gaspıralı
Yusuf Akçura
Ziya Gökalp
Ahmet Ağaoğlu
Namık Kemal
II. Abdülhamid
Ernest Renan
gibi farklı milliyetlere mensup, farklı çizgilerde yer alan insanları etkileyen;

İlk defa tüm Müslüman halklara hitap eden, uluslararası çapta yayın yapan Urvetü’l Vüska isimli dergiyi yayınlayan;

Osmanlı’da Jön Türkler
Mısır’da İhvan-ı Müslimin
Rusya’da İttifak-ül-Müslimin başta olmak üzere Afganistan, Hindistan ve İran’daki birçok siyasi organizasyonun doğuşuna kaynaklık eden;

Mısır’daki Arabi Ayaklanmasında (Arabi Paşa ile)
İran’daki İslam Cumhuriyetinde (Ali Şeriati ile)
Türkiye’deki Laik Cumhuriyette (Ziya Gökalp ile) etkisi bulunan;

Saymakla bitmez… Cemaleddin Afgani’nin İslam coğrafyasına etkilerini saymakla bitiremeyiz. Tarihte bir toplumu bu kadar geniş çapta etkilemiş bir insana rastlamak çok zor iken Cemaleddin Afgani’nin neredeyse bütün bir İslam coğrafyasındaki toplumları etkilemiş olduğu gerçeğini görmemek mümkün değil. İslam coğrafyasında nereye elinizi atsanız oradan bir Cemaleddin Afgani hikayesi çıkar. Osmanlı’dan Rusya’ya, İran’dan Japonya’ya, Hindistan’dan Libya’ya kadar Müslüman toplulukların bulunduğu herhangi bir yerin tarihini araştırdığınızda o tarihçenin bir kısmında mutlaka Cemaleddin Afgani’den izler göreceksiniz.

Bu yazının başında adı geçen şairler, yazarlar, siyasi partiler, örgütler ve devrimleri ne zaman araştırmaya koyulsam her birinden mutlaka bir Cemaleddin Afgani hikayesi çıktı. O yüzden merak ettim; “Kim ki bu adam, her taşın altından çıkıyor?”

Aslında kendisinin Türkiye’de basılı tek kitabı olan “Dehriyyuna Reddiye”yi lise yıllarında alıp okumuştum. Ancak içerik bakımından bana pek hitap etmediğini hatırlıyordum. İnternet ortamında sağdan-soldan birkaç bilgi topladım, okudum. Tam da “Kim ki bu adam, her taşın altından çıkıyor?” sorusundaki gizli beklentiye yakışır cevapların çok olduğunu gördüm. İnternet üzerindeki çeşitli forumlar, Cemaleddin Afgani hakkında daha çok “İngiliz ajanı, mason, dini bozmaya çalışan bir çeşit Lawrence” olduğu yönünde bilgilerle doluydu. Bu dar çerçeveli araştırma neticesinde Afgani hakkında kesin bir kanaate varamadım. Çoğu yerde kötüleniyordu, ancak yukarıda belirttiğim gibi İslam coğrafyasında birçok değerli aydını etkilemiş bir insanı birkaç forum yazısı ve birkaç video ile bir kenara itmek akıl kârı değildi.

Cemaleddin Afgani konusunu hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde derinlemesine araştırmaya karar verdim. Cemaleddin Afgani hakkında yayınlanmış ne kadar Türkçe yayın varsa hepsini satın aldım. İnternet üzerinde kendisi ya da makaleleri hakkında yazılmış ne kadar makale varsa hepsini topladım. Bütün bunları okumam aşağı-yukarı bir sene kadar sürdü. Cemaleddin Afgani’yi araştırırken onun dine yaklaşımını en çok etkileyen Hindistanlı Şah Veliyyullah Dehlevi’yi de bu süreçte ayrıca araştırdım. Onun da Türkçe’de yayınlanmış eserlerini, hakkında yazılmış biyografi kitaplarını ve birçok makaleyi edinerek hepsini merakla okudum.

Sonunda Cemaleddin Afgani hakkında şüpheye yer bırakmayacak bir kanaate sahip oldum.

Hakkında İngiliz ajanı diye sağda-solda konuşanlar, bu iftiranın delillerinin İngiliz istihbarat raporları olduğunu biliyor mu acaba? Ya mason olduğunu kanıtlamaya çalışanlar, onun tüm biyografilerinde ve kendi beyanlarında bir dönem mason localarına üye olduğunu, hatta ayrı bir loca kurduğunu zaten açıkça söylediğini bilmiyor mu? Hiç sanmıyorum. Yoksa Amerikayı yeni keşfetmiş gibi çığlık çığlığa yayın yapmazlardı. Bunların hiçbirinin farkında değiller. Zaten İslam coğrafyasında bilgi, bilimsel bir etkinlik olarak değil, ideolojinin hizmetinde olduğu sürece kıymeti olan bir araç olmaktan öteye geçemiyor. İslamcı siyaset, her ne kadar Batı kültürünü reddediyor gibi görünse de, kendi kapasitesi oranında o kültürden yararlanmaya devam ediyor. Bilgi ve kaynaklarına yaklaşımı da bu çerçevede Makyavelist bir zavallılıktan öteye geçemiyor.

Cemaleddin Afgani’nin dine yaklaşımı ve siyaset pratiği bakımından eleştirilebilecek birçok yönü var. Buna rağmen hiçbirinin söz konusu edilmeyerek saçma sapan suçlamalarla karalanmaya çalışılması İslam dünyasının acınacak halini ortaya koyuyor.

ABD’li Nikki Keddie, Mümtazer Türköne ve Alâeddin Yalçınkaya’nın Cemaleddin Afgani hakkındaki kitapları birbirinin kopyası adeta. Diğerleri genellikle Nikki Keddie’den edindikleri bilgileri tekrarlamış, bunun üzerine kayda değer bir şey koymamışlar. Özellikle Mümtazer Türköne’nin kitabı, Nikki Keddie’yi okuduktan sonra içerik olarak tamamen faydasız bir kitap olmanın ötesinde, sırf Afgani’yi aşağılamak/kötülemek için yazılmış olduğu her sayfasından anlaşılabiliyor.

Cemaleddin Afgani hakkında önereceğim en önemli kaynak, 1884’te Paris’te yayınlanıp tüm İslam coğrafyasına ücretsiz olarak dağıtılan, İngiltere’nin siyasi baskıları neticesinde yayınına son verilen Urvetü’l Vüska isimli dergideki makaleleri. Bu makaleler dergi ile aynı isimde bir kitapta bir araya toplandı. Bu derginin Fransa’da yayınlanmasının sebebi, o dönemde İslam ülkelerindeki İngiliz hakimiyeti idi. İngilizlerin sözünün geçmeyeceği bir yerden yayın yapmak elzem olduğundan Paris’ten yayın yapılması tercih edilmişti. Bu kitapta yer alan makaleler sayesinde Cemaleddin Afgani’nin sömürgeci İngilizlere yem olmamak için tüm Müslümanları Osmanlı etrafında bir araya toplamaya gayret ettiğini, hakkında uydurulan İngiliz ajanı vs. gibi iftiraların ne denli temelsiz olduğunu birinci elden bir belge ile görmüş olacaksınız. İkinci olarak Cemaleddin Afgani’nin İstanbul’da yaşadığı son yıllarında sohbet meclislerinde bulunan en yakın dostlarından Muhammed Mahzumi Paşa’nın yayınladığı “Cemaleddin Afgani’nin Hatıraları” isimli kitabı öneririm. II. Abdülhamid’in Hatıratında yer alan Abdülhamid’in Cemaleddin Afgani hakkındaki sözleri meşhurdur: “Benim halife unvanım İngilizler için sürekli bir endişe kaynağıydı. İngiliz Dışişleri Bakanlığında Blunt isimli bir İngiliz ve Afgani adında bir şarlatanın işbirliği ile bir planın hazırlandığını keşfettim. Bu ikisi halifeliğin Türkler tarafından zor kullanılarak ele geçirildiğini ileri sürerek, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in halife ilan edilmesini savunuyorlardı. Cemaleddin Afgani’yi çok iyi tanırdım. Çok tehlikeli bir adamdı. Mısır’da iken kendisini Mehdi ilan ederek tüm Orta Asya Müslümanlarını ayaklandırmayı önermişti.” Bu sözlerin yer aldığı II. Abdülhamid’in Hatıratı adıyla yayınlanan metinlerin Abdülhamid’e ait olmadığı, Ali Birinci tarafından yazılmış “Sultan Abdülhamid’in Hâtıra Defteri Meselesi” başlıklı makalede bütün ayrıntılarıyla anlatılmış.

Cemaleddin Afgani deyince akla gelen tartışmalı konulardan biri de Ernest Renan’ın bir Fransız gazetesinde yayınlanan İslam ve Bilim isimli makalesine cevaben gönderdiği ve Fransız gazetesinde yayınlanmış mektubu. Bu mektupta Cemaleddin Afgani’nin dile getirdiği hususlar, onun aleyhinde tezvirat yapanların başat malzemelerindendir. Bu konu ile ilgili Dücane Cündioğlu’nun yapmış olduğu detaylı çalışmayı internet üzerinde rahatlıkla bulabilirsiniz: “Ernest Renan ve reddiyeler bağlamında İslam-bilim tartışmalarına bibliyografik bir katkı”. Cemaleddin Afgani hakkında detaylı araştırma yapanlar için de bu makale kritik bir önemi haizdir. Bu makale ile Oryantalistlerin (Şarkiyatçıların) rehberliğinde hareket eden Müslüman aydınların acıklı ve utanç verici hikayesine tanık olacaksınız.

Cemaleddin Afgani biyografisinde dikkat çeken konulardan biri de, gittiği tüm İslam ülkelerinden adeta kovulması. Afgani’nin 10-15 farklı kaynaktan biyografisini okudum. Biyografisinde dikkat çeken konulardan biri de bu hakikaten. Ancak biyografilerinde bunun sebebi üzerinde çok fazla durulmamış. Afgani’nin gittiği her ülkeden kovulmasının ya da sürgün edilmesinin sebebi, o ülke hükümdarlarına parlamento önermesi idi. Cemaleddin Afgani’nin aynı zamanda hem İslam birliği hem Türkçülük hem de Arapçılık düşüncelerini teşvik etmesindeki hikmet de genellikle anlaşılamamıştır. Afgani, her Müslüman milletin kendi devletini şura usulüyle kurması, daha sonra bu devletlerin bir uluslararası/çatı organizasyona entegre edilmeleri düşüncesini savunmuştur.

Cemaleddin Afgani hakkında bugün dile getirilen ithamlar aslında yeni değil. Yaşadığı dönemde de bu tür ithamlar fazlasıyla varmış ki, Afgani bu konudaki isyanını kaleme dökmüş. İşte Cemaleddin Afgani’nin hakkındaki ithamlara kendi kaleminden isyanı:

“İngiliz halkı benim Rus olduğuma inanır.
Müslümanlar benim Zerdüşt olduğumu zanneder.
Sünniler benim Şii olduğum kanaatindedirler.
Şiiler beni Ali’nin düşmanı zanneder.
Dört mezhebe mensup bazı arkadaşlar benim bir Vahhabi olduğuma inandılar.
Bazı dürüst İmamiler beni Bâbî zannettiler.
Muvahhidler beni materyalist zannettiler.
Ve sofu, takvadan mahrum bir günahkar…
Okumuşlar benim bilgisiz, cahil biri olduğumu göz önüne aldılar.
Ve inananlar benim inançsız günahkar olduğumu zannettiler.
Ne inançsız beni kendisine çağırır, ne Müslümanlar beni kendileri gibi kabul eder.”

Cemaleddin Afgani’yi tanıdıktan sonra, hakkındaki ithamları görünce insan, “Afganistanlı mıydı, İranlı mıydı, Şii miydi, Sünni miydi, mason muydu, ateist miydi?” gibi soruların ne kadar anlamsız olduğunu da görmüş oluyor. Cemaleddin Afgani üzerine çalışan ve hakkındaki ithamların safsatadan başka bir şey olmadığını görenler, bugün televizyon ve gazete köşelerinden onun hakkında tezvirat yapan gazeteci ve tarihçi müsveddelerinin ne kadar tehlikeli birer beyin yamyamı olduklarını anlayacaklardır. Bir insan aynı zamanda hem Şii, hem ateist, hem mason nasıl olabilir?

Bu yazıyı, Cemaleddin Afgani’yi savunmak, onu övmek ya da pazarlamak için yazmadım. Bunu yapan yayınlar zaten var. Burada benim yazacağım üç-beş satır ile Cemaleddin Afgani’ye meftun olmanız, zaten sizin yönlendirilmeye açık, kolay kandırılabilen biri olduğunuzu gösterir. Bu yazı ile maksadım, Müslüman toplulukların sömürülmemesi için, onları uyandırma çabasıyla devlet başkanlarına, sultanlara, şahlara kafa tutmuş, hayatı boyunca İngiltere başta olmak üzere birçok devletin ajanları tarafından takip edilmiş, hakkında yüzlerce rapor tutulmuş, hem İngiliz devleti tarafından, hem İslam ülkelerinin yöneticileri tarafından defalarca sürgünlere ve baskılara maruz bırakılmış bir insanın bugün İslamcı çevrelerde (kitap, dergi, gazete ve televizyonlarda) sıkça olumsuz olarak anılmasından duyduğum rahatsızlığımı ve daha çok üzüntümü dile getirmekten ibarettir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir